26 Aralık 2006

SOSYOMAT TİYATRO KULÜBÜ

Evet sonunda bir hayalim daha gerçek oluyor.Tiyatro sahnesine uzun bir aradan sonra tekrar dönüyorum.Yakında sosyomatçı arkadaşlarla birlikte bir tiyatro oyunu sahneleyeceğiz.Şu anda proje aşamasında.Projeyi hayata geçirmek için ilk buluşma taksim simit sarayında gerçekleşti.Tanışıldı , konuşuldu , kaynaşıldı ve kararlar alındı.Bir daha ki buluşmada hep birlikte gerçekleştirilecek olan projeye karar verilecek ve çalışmalara başlanacak.

Tanışma toplantısında sonra topluca sosyomat 80ler partisine geçildi ve çılgınlar gibi hoplanıp zıplanıldı.Gecenin ilerleyen saatlerinde durock'a geçildi ve biraz kafa şişirildikten sonra vedalaşıldı.İlerleyen zamanlarda tekrarını umarız.

08 Aralık 2006

ANNEMDEN NE ÖGRENDIM?




Diyalog Kurmayi Ögrendim:
- Sana birsey sordugumda cevap ver!..
- Ne söyleyeyim annee?
- Sus! bana cevap verme!!!

Tip Bilgilerini Ögrendim:
"Gözlerini sasi yaparken birgün öyle kalivereceksin, göreceksin gününü..
"

Olgun Olmayi Ögrendim:
"Bu tabagin hepsini bitirmezsen büyüyemezsin..."

Genetik Bilgileri Ögrendim:
"Sen de o lanet olasi babana çektin..."

Bilgeligi Ögrendim:
"Benim yasima gel de anlarsin o zaman... "

Sabirli Olmayi Ögrendim:
"Baban eve gelsin, sen görürsün...."

Hakkimizi Alacagimizi Ögrendim:
"Eve vardigimizda ben bilirim sana yapacagimi...

Adaleti Ögrendim:
"Birgün senin de çocuklarin olacak. Insallah onlar da sana, senin simdi bana yaptiklarini yaparlar...."

Iyi Yapilmis Bir Isi Takdir Etmeyi Ögrendim:
"Bana bakin, çikin birbirinizi disarda gebertin, evi daha yeni temizledim...!!!"

Dualarin Gücünü Ögrendim:
"Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozuldugunu farketmedi..."

Zamana Karsi Yarismayi Ögrendim:
"O oyuncaklarini topla yoksa bi tekme attigim gibi hepsini karsi sahilden toplarsin..."

Mantikli Düsünmeyi Ögrendim:
"Ben öyle diyorsam öyledir...!!!"

Ileri Görüslü Olmayi Ögrendim:
"Çikmadan önce temiz bi çamasir giy...yolda Allah korusun basina bir sey gelir, kirli külotla etrafa rezil olursun."

Hayatin Trajikomik Yanlarini Ögrendim:
"Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürücem..."

Hayatin Çeliskilerle Dolu Oldugunu Ögrendim:
"Kapa çeneni ve çorbani iç...!!!"

Dayanikli Olmayi Ögrendim:
" O ispanak bitene kadar sofradan kalkmak yok...!!!"

Hava Raporu Tahmini Yapmayi Ögrendim:
"Su daginikliga bak...yabanci biri görse odanin ortasindan kasirga geçmis sanir..."

Abartmayi Ögrendim:
"Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabilarinla içeri yürüme diye..!!"

Davranis Psikolojisi Ögrendim:
"Babana çekecegine biraz bana çekseydin n'olurdu ..."

Olaganüstü Durumlara Hazirlikli Olmayi Ögrendim:
"Dinleme bakalim anne sözünü dinlemee...!!! 'Kafana meteor düsecek kenara çekil' diye bagirsam onu bile dinlemezsin di mi......!!!!"

Kiskanmayi Ögrendim:
" Dünyada senin annen baban gibi mukemmel bi aileye sahip olmayan kaç milyon çocuk var biliyor musun... ?!?!?

10 Kasım 2006

SAAT KAÇ?



Mavi Gözlü Sarışın Kurt Üzerine..

Dağlarda tek tek ışıklar yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı,
öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve
ne zaman
geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere
inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla
duruyordu ki
mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında
O'nu gördü
Paşalar onun arkasındaydılar
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına
kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde
yaylanarak
ve karanlıkta akan
bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına
atlayacaktı.

Nazım HİKMET

14 Temmuz 2006

SENEYE DE GİYERİM!


Çocukken kıyafet alışverişleri için annemle pazara giderdik.Bir şey alınırken de hep bir beden büyük alınırdı, ayakkabı alınırken de bir numara büyük alnırdı seneye giyebileyim diye.Sonuç olarak şu anda 44 numara ayaklarım var.Yine böyle alıverişlerin sonunda aldığım bordo bir kazağım vardı.Sanırım alırken hesap hatası yapmışız ben o kazağı tam 6 sene giydim.Ama başka bir kazağım olmadığından değil hiç eskimemesinden ve çekmemesinden dolayı.Neticede üniversite birinci sınıfın kışında kazağımı giymeye çalıştığımda kollarının bileklerimle dirseğimin tam oratsına geldiğini gördüm ve bir daha kazağımı giyemeyecek olduğumu farkettiğimde sanki içimden bir şeylerin koptuğum hissettim.Çünkü ona o kadar alışmıştım ki sanki artık hiç kazağım kalmamıştı.O kazaktan sonra aldığım eşyalarım eskiyip kaybolup gitmişti hatta tozları kalmamıştı ama o kazak hep benimleydi.Sanırım bir daha öyle bir kazağım olmayacak.
Kazaktan bahsetmişken benim bir de beyaz kemerim vardı onu da altı sene kadar kullanmıştım sonunda üzerinde delik açacak yer kalmayınca atmak zorunda kalmıştım.O kemerden sonra aldığım kemerimi ise hala kullanıyorum.Onun da nereden baksan 8 senesi var ve bir 8 sene daha çıkaracak gibi görünüyor.Gerçi son yıllarda göbek bağladım azıcık, son deliğemi geldik ne:)Mavi bir tane de spor ayakkabım vardı.Garibim bir ayda paramparça oldu.Dayanmama rekoru hala onda.Benim gibi eşyalarının değerini bilen bir adamın ayağında bile bir ay dayanabildi.
Her şeyin çabucak kaybolup gittiği değerini kaybettiği bir dünyada eğer bir şeylerin kıymetini bilip onları hakkettiği gibi kullanırsak neden daha fazla giymeyelim neden daha fazla bağlanmayalım.Sizde bir düşünün bakalım en fazla kullandığınız eşya hangisi ve kaç sene kullandınız?

21 Haziran 2006

FİNALLER


8 final geldi,geçti bir hışmınan taktı geçti.Nasıl geçti bende anlamadım.Ama daha bitmedi önümde 3 tane daha final ve bir hafta aradan sonra bütünlemeler var.İki haftadır bir günüm bile boş geçmedi.4 senedir hiç bu kadar yoğun olduğumu hatırlamıyorum.

Gece 3:00 da yattım sarhoş gibiyim.Kendimden geçmiş gibiyim.Çeşitli yerlerimde acılar hissediyorum, fiziksel ve ruhsal.Dünya Kupası'da sınavlara teğet geçiyor, bizde ucundan köşesinden izliyoruz.Maçların çoğuda sınavlar gibi sıkıcı geçti ama şimdi Joe Cole müthiş bir gol attı bizzat izleme şansını yakaladım.Kalbimiz Afrika takımlarının başarılı olması yönündeydi ama Gana dışındakiler ümitlerimizi boşa çıkardı.

Her kötü geçen sınav sonunda "Önümüzdeki sınavlara bakıyoruz" diyoruz.Gün gelecek sınavlarda bitecek, bizde gezeceğiz, bizde maç izleyeceğiz.Staj da yapacağız ama...

"Her insan doğar, büyür, staj yapar, ölür" Konfüçyus

23 Mayıs 2006

TURKUAZ


Turkuaz nedir?Turkuaz ne renktir?Turkuaz bir çeşit mavi midir yoksa bir çeşit yeşil midir?Turkuaz ne mavidir ne yeşildir, mavi ile yeşilin karışımından oluşan bir renktir.İkisinede aynı mesafede bir renktir.Yani kararsızdır.Ne mavi olabilmiştir tam anlamıyla nede yeşil, arada kalmış bir renktir.Aslında turkuaz bir renkte değildir sadece insanların bu rengi gördüklerinde mavi mi yeşil mi diye kararsız kalmamaları için bu ara renge verdikleri bir isimdir sadece.(Ama lila ile birlikte benim en sevdiğim renk ismidir)Bende kendimi bu nedenlerden dolayı turkuaza benzetiyorum.En basitinden örnek olarak; garson "Açık ayran mı kapalı ayran mı içersiniz?" diye sorduğunda verebilecek bir cevabım yoktur yada diğerini seçmek için bir sebebim.Yani ben tipik bir kararsızım.Neredeyse karara varabildiğim tek konu bu.Hala düşünüyorum acaba bu yazıyı yazsam mı, yazmasam mı?Çok mu saçma oldu?Yada bunun saçma olduğuna kim neye göre karar veriyor?Günümüzde saçmalığın yada saçmalamanın bir ölçüm biri mi var mı?



Mesela yarısı dolu bardak meselesi yada yarısı boş bardak meselesi.Bardağın yarısı dolu mu yoksa boş mu?Yada bardağın içinde ne var su mu?Suyun markası turkuaz mı?Yoksa tek sorun o bardaktaki suyu kimin içeceğimi?Ama gördüğümüz her renksiz sıvıyı su mu zannetmek zorundayız?Yani mesele bambaşka.Bardağın yarısının dolu yada boş olması değil.Önemli olan doğru yada yanlış bir karar verebilmek.Zaten doğru ve yanlış göreceli kavramlar değiller midir? Bana göre doğru olan başkasına göre yanlış olamaz mı?

07 Mayıs 2006

DALAI LAMA


Dalay Lama dedik ÖzDalayLama dedik.Peki kimdir bu Dalay Lama(Dalai Lama)?
İn midir? Cin midir? İş midir ?Siparişmidiir?Şincik şöyle söyleyeyim kendileri muhterem bir şahıstır.Kendilerinden bu zamana kadar 14 tane gelmiştir şu anda 14.sü hayatta ve hindistanda sürgünde yaşıyor.Dalay Lama Tibet halkının tinsel ve siyasal yöneticisidir.Dalay Lama tibet budacıları arasında çok yayagın olan Dge-lugs-pa (Sarı Şapka) tarikatının başkanına verilen unvandır.1959'da ülkede Komünist Çin yönetimi egemen oluncaya değin Tibet'in hem tinsel, hem de siyasal yöneticisiydi kendileri.İzleyenler bilir zaten Brad Pitt in baş rolünde oynadığı ve gerçek bir hikayeden alınan "Tibette Yedi Yıl" Dalay Lama yı ve Tibet halkının Çin istilasına karşı nasıl mücadele ettiğini anlatıyor.Tabiki Tibet halkı kültürel bir halk olduğundan savaş ve savaş sanatları konusunda pek başarılı olamıyorlar ve 1959 da Komünist Çin Lideri Mao nun Büyük bir resmi ve Kızıl Çin bayrağı kutsal Tibet tapınaklarının tepesine aslıyor ve Dalay Lama sürgüne gönderiliyor.Eğer izlemediyseniz şiddetle izlemenizi tavsiye ediyorum.Bu yazıdan daha fazla verimli olacağına dair içimde kuvvetle muhtemel bir his var.Ama tabii benim burada verdiğim istatistiksel bilgileri o filmde bulmazsınız.Örneğim ilk Dalay Lama Tibet'in orta kesimindeki Tashilhunpo Manastırı'nın kurucusu ve başkeşişi Dge-'dun-grub-pa idi (1391-1475). 14. yüzyılda gelişmeye başlayan, lamaların yeniden doğacağı inancı uyarınca da ardılları onun yeniden dünyaya gelişleri olarak görüldü ve merhametli bodhisattva (Geleceğin Budası) Avalokiteşvara'nın vücut bulması olarak kabul edildi.

Bakın bunlar önemli tarikatın bir sonraki başkanı yani ikinci Dalay Lama Dge-'dun-rgya-mtsho (1475-1542), Lhasa'nın hemen dışındaki 'Bras-spungs (Drepung) Manastırı'nın başkeşişi oldu. Manastır bu tarihten sonra Dalay Lama'nın başlıca merkezi haline geldi. Ardılı Bsod-nams-rgya-mtsho (1543-88), ziyaret ettiği Moğol hükümdarı Altan Han'dan Tibetçe rgya-mtsho (okyanus) sözcüğünün Moğol dilindeki karşılığı olan onurlandırıcı ta-le unvanını aldı. Batı dillerine "dalay" olarak geçen ve bilgeliğin enginliğini ve derinliğini simgelediği düşünülen bu unvan başkeşişin iki önceline de ölümlerinden sonra verildi. Tibetliler Dalay Lama'ya, Rgyal-ba Rin-po-che (Büyük Değerli Fatih) adını verirler.Dalay Lama'lar Tibet halkından çıkarlar ama Dördüncü Dalay Lama Yon-tan-rgya-mtsho (1589-1617), Altan Han'ın torununun oğluydu ve yeniden dünyaya geliş zinciri içinde Tibetli olmayan tek başkandı.
Dalay Lama lar her zaman bilge nitelikli ve yönetici vasıfları olan kişiler olurlardı."-dı" diyorum çünkü altıncı Dalay Lama Tshangs-dbyangs-rgya-mtsho (1683-1706), romantik şiirler yazan zevk düşkünü biriydi ve konumuna pek uygun düşmüyordu. Moğollar tarafından görevine son verildikten sonra askerler eşliğinde Çin'e götürülürken yolda budanın rahmetine kavuştu.Çin'in Tibet'i ilk işgali Yedinci Dalay Lama Bskal-bzang-rgya-mtsho (1708-57) döneminde yaşanan bir iç savaşta gerçekleşti ve Çinli Mançular Tibet üzerinde egemenlik kurdular ama On üçüncü Dalay Lama Thub-bstan-rgya-mtsho (1875-1933) büyük bir kişisel otoriteyle hüküm sürdü. Çin'de Qing (Mançu) hanedanına karşı 1911'de başlatılan başarılı ayaklanma, Tibetlilere dağınık Çin kuvvetlerini ülkeden atma olanağını verdi ve Dalay Lama da bağımsız bir devletin başkanı olarak ülkeyi yönetti.



Gelelim bizim Dalay Lama'ya On dördüncü Dalay Lama Bstan-'dzin-rgya-mtsho 1935'te Çin'in Qinghai eyaletinde, Tibetli bir ana babadan dünyaya geldi. 1940'ta Dalay Lama oldu, ama daha öncede söylediğimiz gib 1950'de ülkeyi işgal eden Komünist Çin kuvvetlerine karşı Tibet halkının başlattığı ayaklanmanın başarısızlığa uğramasından sonra 1959'da Hindistan'a kaçtı.Daha sonra 1989 yılında Nobel Barış Ödülü'nü aldı. Çin'in Tibet üzerindeki hakimiyeti ise tartışma yaratmaya devam ediyor. İnsan hakları örgütleri, Çinli yetkilileri Tibet'te Budist kültürünü sistematik olarak bastırmakla ve Çin içinde özerklik talep eden Budistlerin ruhani lideri Dalai Lama'ya sadık rahiplere eziyet etmekle suçluyorlar.
İşte böyleeeee.Ne adammış am değilmi? Dediğim kadar varmış.O yüzden bende kendime özdalaylama adını taktım.Kendi çapımızda dalaylamalık yapıyoruz.Saygılar

30 Nisan 2006

BEYLİKDÜZÜNDE KIŞ



İki yıl önce bulunduğum durumu anlatan güzel bir yazı yazmıştım.Resimlerde o döneme ait:

23 Ocak 2004 Cuma
Beylikdüzü\İstanbul\Türkiye\Dünya

Elektriğimiz kesik, gazımız açılmadı, suyumuz soğuk.Soğuktan donuyoruz.Kar kapıyı kapattı.Yollar tıkalı.Dış dünya ile bağımız tamamen koptu.Sadece ufak bir radyomuz var(Pilli) tek kulaklığı bozuk doğru dürüst seste çıkartmıyor. Kanalda çekmiyor. Öğrendiğimize göre trakyanın % 80 ine elektrik verilemiyormuş.Bizde o % 80 in içindeyiz.Yaklaşık 33 saattir elektrikler kesik ve bizimde elektrik sobasıyla ısındığımız gözönüne alınırsa şu anda acınacak haldeyiz.İsmail yatağın içinde iki kat yorganın altında ders(!) çalışmaya çalışıyor.Bende masada elimde eldiven başımda bere ayağımda havlu çorap, üzerimde badi,üstünde kazak üstünde polar ile bir şeyler yazmaya çalışıyorum.(Eğer ölürsek arkamızda bir not olsun diye).Kötünün kötüsüde vardır derlerdi de inanmazdım meğer kötünün kötüsünün kötüsü bile olabiliyormuş.Bugün iki tane sınav vardı büyük ihtimalle onlarda ertelendi.Tıpkı güzel hayallerimiz gibi(Lafa bak be ne edebiyat yaptım ama!)Ayın 29unda perşembe günü memelekete(Ordu) gidecektik ama bu ertelenen sınavlar ne olacak tam bir merak konusu.Ya bizim biletler yanacak (40 Milyon) ya sınavlar yada biz!...Gerçi bu soğukta yanılmaz donulur.(İyyk iğrenç oldu!) Tıpkı şey gibi oldu anlatılmaz yaşanır.



Dün akşam yemek için çabuk çorba ve sosis almıştık ama elektriğin olmadığını unutmuşuz.Dolayısıyla sıcak su lazımdı ve bir yerden iki kupa sıcak su bulmamız gerekiyordu.Sonunda komşudan istemeye karar verdik ama kimin isteyeceğine karar veremedik.Bir buçuk bir tartışmadan sonra (6:00-7:30) ben gitmeye karar verdim.Önce karşı komşunun ziline bastım zil çalmadı çünkü elektrik yoktu sonra kapıyı çaldım açan olamdı, gözyaşımı silen olmadı.(İzel-Köle Gibi)Evde kimse yoktu bende elimde mum karanlık merdivenlerde alt komşuya hani şu külüne muhtaç olduğumuz, ama biz onun iki kupa sıcak suyuna muhtaçtık.Kapıyı çaldım kapıyı başörtülü bir kadın açtı.(Diğer evdeki komşular gibi bu evdeki komşularımızında sanırım başı kapalı [Bu gidişle bizde başımızı kapatacağız])Durumumuzu anlattım sıcak su istedim ve kupaları uzattım.Kadın kupalarla içeri girdi.Tüpü yakmaya çalıştı ama ne yazıkki tüpü bitmişti!(Kör talih)Kadın çok özür diledi bende önemli değil dedim oysaki hayati derecede önemliydi karnımız açtı ve kıtırlı knorr domates çorbası içmek istiyorduk.Bunun üzerine bende bir alt kata daha indim ve elimde hala iki boş kupa ve bitmek üzere olan bir mum vardı.Tam kapıyı çalacaktımki içerden bayağı sesler geldi.Belli ki misafir vardı bu havada ne misafirliğiyse sanki kafayı üşütmüşler.Bende utandım tabiki kapıyı çalmaya ve tös tös merdivenlerden yukarı çıktım.Bizde mecburen kahvaltı yaptık zaten uzun zamandır kahvaltı yapmamıştık(öğlenden beri).Büyük bir iştahla ve titremeyle kahvaltıyı yaptık ve hemen yataklarımıza yattık.Yataklarda yanyana iki istikbal döşek.bunlarda yetmezmiş gibi üstüne birde annem aradı.Telefonunda şarjı bitti konuşurken bende ismailin telefonuna taktım annem tekrar aradı ve halimizi dinledikten sonra bir güzel "Ben size kışın ev değiştirilmez,rahatlık bir tarafınızamı battı" türünden fırçasınıda yedim.Artık herşey tamamdı başımıza gelecek son felakette gelmişti.Yatakta canım sıkıldı birazcık roman okudum(İvan Denisoviç'in bir Günü).Azıcıkta radyo dinlemeye çalıştıktan sonra saat 10:30 civarı uykuya daldım.



Yine karışık rüyalar gördüm.İlk rüyada yeni bir eve(!) taşınmıştık daha büyük, ikinci rüyada Onur ,İsmail ve ben metalcilerin takıldığı bir bara gittik.Üçüncü rüyada yurttaydım ve kızlar yurdunda 3. kattan bir kız odasına sevgilisini camdan içeri almıştı odada bir güzel seviştiler onları izledim sonra uyandım.Uyandığımda yatak sıcacıktı ama oda için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.İsmailde uyanmıştı ve masada çıtır çıtır çekirdek yiyordu.Kalktım biraz bende çekirdek yedim sonra kahvaltı niyetine yarım ekmek içi sarelle yedim ismailde yarım elmek içi zeytin yedi.Yedikten sonra masada biraz yarı iletken çalıştı ama üşüdükten sonra yatakta çalşmaya karar verdi.O sırada bende çalışmaya hazırlanmak için eldivenlerimi arıyordum.Birini ayakkabımın içinde diğerini salonda kanepenin üstünde buldum.Çalışmak için masanın başın oturdum notları elime aldım tam çalışacaktım ki aklıma birşeyler yazmak geldi.Dedim bize bir şey olursa arkamızda bir not kalsın.Gerçi not dediğin kısa olur bu biraz(Pardon!), çok uzun oldu ama önemli değil.Ben bu sayfaya(Arka sayfa) geçtiğimde İsmail "Ders çalışsana oğlum hafatya üç sınav var." dedi bende "Teknik resimi sayma o sayılmaz " dedim."Ertelenenleride sayma onlarada çalıştık." dedim.Üç satır önce İsmail radyodan dinlediği haberleri anlattı.Sabiha Gökçen'de otuz santim kar varmış.Sipiker "Beylikdüzünü düşünemiyorum bile" demiş.İki kişi soğuktan donarak ölmüş.Bazı yerlerde su ve doğalgazda kesilmiş.Biz yine halimize şükredelim diyeceğim ama dilim varmıyor.Saat şu anda 15:47:05,06,07 yazıya başlayalı tam elli bir dakika oldu.Anlatacak birşey kaldımı diye düşünüyorum sanırım kalmadı.Ben Özdal

29 Nisan 2006

YALNIZLIGIN KOYDUGU ANLAR




Dogum günün olupda kimse seni aramaz sen kendi dogum gününü başkalarına zorla hatırlatmaya çalışırken bir anda kafana dank etmesi ve o anki durgunluk anı

Cep telefonu faturası sabit ücret dışında boş olarak geldiğinde sevincin yerini hüzne bırakması çok çabuk gerçekleşir.

Akşam yemeğini yalnız başına yerken birden anlatmak, paylaşmak istediğin binlerce cümle olduğunu ve bu cümlelerin boğazına dizildiğini anladığın an..

Sorularınıza ve sorunlarınıza cevap aradıgınız bir anda etrafta bu sorulara cevap veren hiçbir yaratık olmadıgını anlayınca.

Hastalandığınızda bir tas çorba pişireniniz yoksa, ameliyata girerken cüzdanınızı hastabakıcıya bırakıp hakkını helal et diyorsanız yalnızlığı iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.

Çalan telefona hevesle atlayıp da yanlış numara olduğunu anladığınız an..

Bir an yapılan iş bırakılır, kafa kaldırılır. kulağa hiç bir ses gelmez.O an bomboş evde tek başına olunduğu gerçeği farkedilir. Tüm odalar boş... o anda insan bir garip olur. kalkılıp pencereden dışarıya bakılır. Dışarıda günlük işleriyle meşgul olan insanlar izlendikten sonra yerine oturulup işe devam edilir.

İçeriden nefis yemek kokularının gelmediği, hoşgeldin oğlum/kızım/sevgilim/arkadaşım şeklinde karşılanmadıgın, bir eve adım attığında.

Arkadaş, dost, sevgili vasfını taşıyan insanların yılbaşı gibi güzide bir günde bile aramamaları, hal hatır sormamaları halinde insanın kendi kendine girdiği paranoyalar sonucu kalbinin acısını hissettiği anlara verilen isim.

3 ayda bir mesaj geldiğinde sevinçle telefona atlayıp turkcellin "9 gün içinde kontör yüklemesseniz kapatacaz hattınızı" mesajını okuduğunuz an.Yine cep telefonu 3 gün kaybolup da ne sizin onu bulma ihtiyacı hissetmeniz, ne de birinin sizi araması sonucu tesadüfen 4. gün bulduğunuz an.

Sokağa çıkmak isteyip de çıkmak için bir neden bulamadığınız an.

"Olacak is degil. deli mi ne? öyle saçma sapan bi tepki verdi ki inanamazsin. deli mi ne? okkadar söyledim, tinmadi hiç. sen ugraş didin, sonra patlasin elinde elinde böyle! ne ki şimdi bu?"
"miyv!"
"..."

Eve her geldiginde e$yalarin sen nasil biraktiysan oyle kaldigini, sonra ki gun de orda oldugunu ve sen ona dokunmadikca konumunu değiştirmeyeceğini farkettigin an.

Evde herhangi bir yüksek ses çıkarmamak için hiçbir nedeninin olmadığını anladığın an.

Aptal aptal dışarıya bakındığını farkettiğin an..

Yolda hicbiryere yetisme geregi olmadan yururken, birden yavas yavas yagmur baslar. kisi aliskanlik olarak adimlarini hizlandirir. sonra hatirlarki nasilsa gorecek, seni umursayan, sirilsiklam olmus olmana uzulecek, seni seven biri yok. adimlari tekrar yavaslatir, evine yalniz basina aksam yemegini yemek uzere en uzun yoldan doner.Bir barda anlamsız yere çok eğlendikten hemen sonra eve gelindiği an ramazanda karşıki evde oturan ailenin yemek masasına oturduğunu gördüğünüz an ve evin babasının iki kişilik pide aldığı sizin de o sırada çok
üşendiğiniz için eve ekmek bile almadığınızı anladığınız an

"İş dönüşü kapıyı anahtarla açıp karanlık eve girdiğinizde "bengeldim" diyecek kimse olmadığında. Hatta daha beteri, kimse olmadığını bile bile "ben geldim ulan evim, nasıl geçti günün beyav" dediğinizde evle, bilgisayarla, televizyonla, müzikle, mutfak penceresiyle, otla bokla yüksek sesle konuştuğunuzda.

"the doors"dan people are strange şarkısı dinlerken şarkının sözlerinin
kendinize ne kadar uyduğunu anladığınız anlar.

Kesinlikle sular kesildiği zaman. insan içeriye doğru seslenecek gibi olur eline su dökecek kişiyi çağırmak üzere (ki bu anne olur, ev arkadaşı olur, sevgili olur vıdı vıdı) ancak içeride kimsenin olmadığı hatırlanır ve boyun bükük bir şekilde ''işte şu an bok gibi yalnızım.'' denir. kendi kendine su dökme çabalarına girişilir kuzu kuzu. Kötüdür. Telefon defterinin tümünü geçerek aslında hiçbirini aramak istemediğini, ve hatta hiçbirini gerçekten tanımadığını hissettiğin, onların da seni tanıdığından derin endişe duyduğun an.

İnsanin icinde kocaman bir volkan patlamak icin beklerken, icini dokmek istediginde yaninda onu anlayacak bir ruh olmadigini, olamayacagini anladigi anlar. oturdugu yerde bogazı dugumlenir, gozleri dolar insanin boyle zamanlarda, yapilabilecek en guzel sey bir kopege
sarilmaktir..